Cuma, Ekim 30, 2015

sararsa da güzel...

iyi ya ekimdir işte,
kasıma ne kalmıştır şurada,
Edip Cansever


sonbaharın son ayı geliyor.
gören gözlere, güzel olan ne varsa,
 sararıp, solsa da hep güzel.


meşe palamudu ve mersin çalısının
kurumuş dalları.


hadi bakalım kasım güzel gelsin.
barış dolu günlerimiz olsun.

Perşembe, Ekim 29, 2015

elmalı tart...


sıkı takipçi, blog dostlarımın bildiği üzere,
 aşırdığım kek hamurunun,
azıcığını, tart kalıbına döküp elde ettiğim tartı,
evde ne meyve varsa onunla şenlendiririm.


bu sefer şans elmaya güldü.
ince ince dilimlediğim,
elmaları, biraz tereyağ, şeker ve tarçın ile tava da,
şöyle bir çevirip.
tartımı lezzetlendirdim.


elmalı tatları severim.
hele işin içine tarçında girmişse.
mmmm 
güzel olmama şansı yoktur.


ağzımızın tadı hiç eksilmesin.

Çarşamba, Ekim 28, 2015

afyon...

Dönüş yolundan,
Datça'ya varana kadar ki, son durak,

Afyon Kalesi

benim şu bitmeyen seyahatimin bitmesine az kaldı.
Batum dan sonra, tekrar Giresun da bir süre kaldık.
sonra kaplıca da yorgunluk atmak üzere,
eve yakın güzergahta olsun diye Afyon - Gazlı göl kaplıcalarına geldik.
sıcak sularda sıhhat bulmak için. 


Afyonda geçirdiğimiz bir hafta yağmurlu bir döneme geldi.
kaplıcada olduğumuz süre için çok iyi bir durum sayılır.
lakin gezmek için çıktığımızda sıkıntılı oldu.


Afyon şehir merkezine indiğimiz gün,
civarda sele varacak sağanak yağmura yakalandık.
eski çarşıdan çektiğim, daha doğrusu yağmur izin verdikçe,
çekebildiğim bir kaç kare.


Oldukça zengin bir çarşısı var.
hem çeşit, hem dükkan açısından .
yok olmak üzere olan bir kaç meslek ustasını görüp, konuştuk.
benim ilgimi çeken ''çoban abası'' yapan bu dükkan oldu.
bu yün abalar çobanların tek sığınağı, yazın serin, kışın sıcak tutarmış.
yazın serin kısmını pek anlayamadım ama. sanırım ısıyı izole ettiği için olsa gerek.
fotoğraf çekeceğim o kadar çok şey vardı ki, yağmur izin vermedi.


yağmurdan sırılsıklam olmuş olsak da,
Hidayet abinin yerinde,   kaymaklı ekmek kadayıfını yemeden,
kaplıcaya dönmedik.


kaplıcada bol bol dinlenip,
sıcak sularda yorgunluk attık.


kaldığımız yerden gördüğümüz manzara, 
manzaramız tam karşımızdaki bir tepeydi.
bu durağan, manzaraya tek hareket katan ,
çok uzun zamandır görmediğim, 
yük trenlerinin geçişini seyretmek oldu.
tren yolu tam karşımızda uzayıp gidiyordu.


gün batımı ve değişen gökyüzünün renkleri.
onca hareketli yollardan sonra,
bu durağanlık bir kaç gün bize iyi geldi.


Afyon'dan sonra Datça'ya döndük,
bu seyahat bitti diyemiyorum.
devam edecek.
acaba nereye gitmiş olabiliriz?

Salı, Ekim 27, 2015

zeytin yağının öyküsü...


geçtiğimiz hafta çok zevkli,
çok heyecanlı işler peşindeydim.


bahçedeki o güzel zeytin ağacının,
zeytinlerini topladık.
öyle bir başına yapılacak iş değil, sıkı bir imece ile,
tüm zeytini silkeledik.


o kadar emekle topladığımız zeytinleri,
sıkılmak için mengene götürdük.
severek. yolladık zeytinyağı olma yolculuğuna zeytinlerimizi.
soğuk sıkım, erken hasat, yemyeşil, mis kokulu yağımızı 
çok ama çok büyük heyecanla mengeneden  aldık.


zeytinden 
zeytinyağına 
yolculuk.


mucizeye tanık olduk.

Pazartesi, Ekim 26, 2015

yaz bostanına veda...


yazın başında,
minik bostanı, yeşil fidelerimi,
paylaşmıştım.

  
hatırlarsanız, iki domates, bir salatalık,
fotoğrafı ile ilk hasadı heyecanla toplayıp,
karelemiştim.


işte buncağızlar da son hasat.


yaz bostanı ile vedalaşmış oluyorum.
sizin de benim gibi, minik patlıcanların tatlılığına,
sevgi sözcükleri ile baktığınızı hissediyorum.


ya işte toprak nasılda cömert,
tohum bir mucize.

Cumartesi, Ekim 24, 2015

aşure...

çocukluğumdan beri,
pek severim, çok severim,
hep severim, aşırı severim.
aşure zamanını beklemem çok sık yaparım.
bu sefer aşure fotoğrafları ortalıkta dolaşmaya başlayınca,
dayanamadım yine yaptım.


tarif için bir sıra izleyip yazmayacağım.
genelde derin dondurucuda,
haşlanmış, fasulyem, nohutum ve buğdayım bulunur.
bence aşure, çoğalan bir şey adı gibi.
ölçü de pek bilmem, karıştırıp, ekleyip yapıveririm işte.
buğdayı bir gece önceden bir taşım kaynatıp,
aynı suda, sabaha kadar beklettim.
sonra tam bir saat kaynattım,
su azaldıkça hemen sıcak su ilave ettim. 
az bir miktar pirinci de ekledim.
sonra geceden ıslatıp sabah haşladığım 
kuru fasulye ve nohutu  ekledim.
kayısı ve inciri küp küp doğrayıp üzerine sıcak su döküp,
bir köşeye koydum.
kuru üzümleri yıkatıp tencereye attım.
 bir elma, bir mandalinayı küçük küçük doğrayıp,
kaynayan malzemeye ekledim.
haşlanmış mısır da ekledim. ben yakıştırıyorum.
tuzsuz fıstığı, kabuğu soyulmuş bademi, ikiye böldüğüm kavrulmuş fındığı,
bir çubuk tarçını, bir iki karanfili ekledim.
( tarçın ve karanfilleri 10-15 dk içinde tencereden geri aldım.)
herşey gayet güzel helmeleşmiş.
köşede duran kayısıları tencereye attım.
biraz sütü, biraz nişasta ile karştırıp,
usul usul ekledim. kısa süre pişirdim.
şekerini de kattıktan sonra incirleri koyup,
hemen ocağı kapattım.
( incirleri en son koydum ki, rengini karartmasın )
sonra kaselere pay ettim.


benim için en önemlisi üstünü süsleme kısmı.
kuru kayısı ve inciri çok minik küp küp doğradım.
kuş üzümü bol, hindistan cevizi,
dövülmüş fındık, fıstık, badem,
nar taneleri...
sevdiğiniz ve yakışacağını düşündüğünüz herşey. 


ikinci sevdiğim bölüm ise,
konu komşuya, çoluk çocuğa dağıtıp.
eş, dost arkadaşı çağırıp afiyetle yemek.


ben bu fotoğraflara çook bakarım çok.

Perşembe, Ekim 22, 2015

Batum...

Karadeniz de son nokta,
Batumi -  Gürcistan
Borçka da teknolojiden uzak geçen üç günün sonunda,
işin gerçeği yorgun düştük.
sabah Macahel'e de uğrayınca, dinlenmek için, bir gece otel de konaklama,
planı ile Hopa'ya geldik.
lakin planlar suya düştü, bütün oteller doluydu. 
öğlen olmuştu. 
yorgun, argın doğru Sarp kapıya yöneldik.
Gürcistan'a geçtiğimizde öğleden sonrayı bulmuştuk.
daha önceden topladığımız bilgiler doğrultusunda,
arabayı Sarp sınır kapısında bir otoparka bıraktık.
gümrükten geçtiğimiz gibi, Türkçe bilen bir gürcü taksiciyle,
80 lariye yani yaklaşık 100 tl ye anlaştık,
akşama kadar bizi gezdirmesi için.


taksici bizi ilk olarak Botanik bahçesine götürdü.
dünyanın en büyük botanik bahçelerinden biri.
lakin beş altı saate sığacak bir tur için çok zaman kaybı olduğunu düşünüp,
yarım saat kadar gezdik.


Bahçede Kafkasya’ya özgü yarı tropik bitkiler,
Uzak Asya, Yeni Zelanda, Kuzey Amerika, Güney Amerika,
 Himalayalar, Meksika, Avustralya ve
 Akdeniz bitkilerinden örnekler vardı.


hava da  gittikçe yağmura dönmeye 
kapamaya başlıyordu.
deniz kıyısında uzanan tren yolundan,
 geçen buharlı treni tüm gürültüsü ile seyrettik.
elektriksiz kamp hayatı  sayesinde,
elimizdeki her aletin şarjı son çizgisindeydi.
bu nedenle, her şeyle fotoğraf çektik.
telefon, tablet vs...


Botanik parkın ardından,
bizi Katedral dediği, orta büyüklükte bir kiliseye götürdü.


gittikçe kapayan hava,
arada yağmur damlaları düşürmeye başladı.


deniz kenarını da görün, çok güzel diye bizi 
götürürken yolda bir meydan gördük.
üçümüz birden dur dur hemen dur diye heyecanla bağırınca,
şoför şaşkın park etti.
ne saçma sapan gezip durmuşuz bir saate yakın.
oysa asıl görmek istediğimiz,
kent meydanı, yaşanan dinamik hayattı.


taksici opera binasının önüne park edince,
meydanın adını sorduk,
Avrupa Meydanı olduğunu öğrendik.
düşen yağmur damlalarına aldırmadan, 
 meydana çıkan sokaklara daldık.


meydandaki binalar çok iyi korunmuş,
tam bir Avrupa kenti görünümünde,
meydanın ortasın da, elinde altın koyun postu tutan 
Medea heykeli ve opera binasının önünde poseidon heykeli var.
birde fiskiyeli havuz.


sıra ile bizi terk eden cihazlarımızla kareleye bildiğimiz,
 birkaç fotoğraf bunlar oldu.


bu binanın karşısında, şık bir İspanyol kafesinde,
2 lariye, gürcü kahvesi içtik.

Notlar:
sabah şehre girilirse bir günde gezilebilir.
taksiler verdiğimiz paraya tam bir gün gezdiriyorlar.
Avrupa Meydanında aklım kaldı.
oldukça ucuz bir şehir, 
bir gece konaklamadığımıza çok pişman olduk.
yut dışı çıkış harcını yatırıp,  sadece kimlik ile geçiliyor.

Çarşamba, Ekim 21, 2015

artvin...

Çamlıhemşin den aşağı yola koyulduk,
o taş köprülere hayran hayran baka baka,
deniz kıyısına indik.
sahil yolundan Artvin tabelasını takip ederek, 
Çoruh nehrinin kenarından, nehrin zümrüt yeşili rengini seyrederek,
Şavşat kara göle kadar çıktık.
vardığımız da, akşam saatleri olmuştu.
ilk orman kampı denememizi yapacaktık.
heyecanla çadırları kurduk.
hava karardığında, göle vuran dolunayı seyrettik.
ormanın bu kadar içinde ve çadırda olmak.
çok farklı bir deneyim oldu.
gece ayışığı ile gün gibi aydınlıktı.


sabah uyandığımız da,
cennete olabileceğimizi düşündük.


fotoğraflara bakın, sonra da ilk seyahat planınızı,
Şavşat kara göle, dahası Artvin'e 
gitmek üzere yapın.


nerelere gitsek diye düşünürken,
orman işletmesinin sorumlusu,
cin dağına ''meşeli yaylası''na gitmemizi önerdi.

karadeniz yemyeşil
lakin Artvin bir başka yeşil
fotoğraflarda göreceksiniz,
yeşilin her tonu, bin tonu.


yayla bambaşka bir yaşam,
serin, sessiz, uçsuz bucaksız.


hele birde çiçekler var ki,
Ağustos ayında her yer kuruyup sararmışken,
bahara tekrar gelmiş gibi olduk.


yayla evleri daha çok büyük baş hayvanların, koyunların,
barınmasına daha çok önem verilecek şekilde tasarlanmış.
elektrik yok,  çoğu kestane ağacından yapılmış.
her köyün bir yaylası var.


köy içindeki evler çok farklı,
 ince bir ahşap  işçiliği ile  yapılmış.
Ardahan sınırında Yavuz köye kadar çıktık.
buradaki evler neredeyse konak büyüklüğünde.


iki gece kamp kurduktan sonra,
geldiğimiz yoldan geri,
Artvin merkeze doğru yola çıktık.
Artvin dağa kurulmuş, dik yokuşlu bir şehir.
şehrin merkezinde dolaşıp, kamp ihtiyaçlarımız için alışveriş yapıp,
yola koyulduk.
istikamet
Borçka Karagöl


yine akşam saati, yoğun sisle kamp alanına girdik.
sis o kadar yoğundu ki, kamp alanını görmek mümkün değildi.
arabamızı kamp alanından 500 m uzağa bırakma mecburiyetinden dolayı,
tüm malzemeyi, sırt çantalarımızda, elimizde, kolumuzda,
sis ve çamurun içinde taşıdık.
çok zor koşullarda çadırları kurduk ve yağmur başladı.
geceyi yağmur altında geçirdik.
çok yorgun ve şaşkın geçen gecenin sabahı,
bir sihrin içine uyandık.
Şavşat karagöl cennetse burası, cennetin sekiz yıldızlı bölümüydü


üç gece konakladık, aslında hiç ayrılmak istemedik.
ikinci gün kamp alanı kalabalık oldu.
bisikletçiler ve motorcular geldi.
geceleri kamp ateşi yaktık.
ortak sofralar kurup yemekler yedik.
yıldızları seyredip, bol bol sohbet ettik.
kamp alanında elektrik yoktu.
internetimizde yoktu, hatta ikinci günden sonra telefonlarımızın da şarjı bitti.


gündüzleri göl kenarında, orman içinde yürüyüşler yaptık,
turlar ile gelenlerin yoğun ilgisi altında,
kitap okumaya çalıştık.


sis geldi, sis gitti.
orman ve göl kenarı yol düzenlemesinde çalışan işçilerin,
sal ile karşıdan karşıya geçişlerini seyrettik.
ateş yakıp çay demledik.


çok şey yazmak istemiyorum.
çünkü ne yazsam yetersiz,
anlamak için yaşamak lazım.
sadece fotoğraflara bakın, bakın ve ilk fırsatta gidip görün.


göl kenarındaki çiçekler


gölün zümrüt yeşili rengi, dinginliği
güneş vurduğunda ışıltısı,
mücevher gibi.


kara göl orman kampından çıkıp yolun sağından
camili köye Gürcistan sınırın daki bir köye, doğru yola koyulduk.
Macahel bölgesi ne tırmanmaya başladık.
az gittik, uz gittik bulutların üstüne çıktık.


şaşkın, meraklı, heyecanlı çokça da mutlu,
bol oksijenli, bol yeşilli yollardan,
camili köye geldik.
sınır dediğin bir askeri kulübe, bir nöbetçi asker,
karşıdaki sivri çamların ötesi Gürcü köyü.
oysa yıllarca, gidip gelmiş, kız alıp, kız vermişler.
sınır dediğin nedir ki, insanı görünmez bir çizgiyle ayıran.
savuran, ötekileştiren.
sınırsız dünya düşlerime dalmadan köyün en önemli yapısı,
tahta camiyi gezelim.


150 yılı aşkın bir zamandır var.
her yeri tahta.
buradaki tüm evler gibi çatısı teneke.
kapısı kapalıydı içini göremedik.


ağaçtan yapılmış, eski evlerin damları teneke.
karın ağırlığına dayanması için.


o kadar küçük bir köy ki, gezmesi on beş dakika sürmedi.


geldiğimiz yoldan, Hopa ya doğru yola çıktık.
yollar da olmak,
en heyecanlı olduğum zamanlar.


görmek, şaşmak için.
yollarda olmaktan güzeli yok.
yolun sağında, papatyalar yeni bahar coşkusu ile açmışken,
solda hala erimeyen kar kütleleri durmakta.
çoğu eskimiş ve bakımsız serenderler hala ayakta kalmaya direnmekte.
çay yada fındık toplayan çalışkan insanların telaşı,
içten selamı, gülümsemeleri de hep yollarda.


bulutlar içinde çıktığımız yoldan, yine bulutlar arasında indik.
Hopa bizi bekler.


Artvin den öte yol gider,
'' ben giderim Batuma''