Salı, Eylül 29, 2015

yağmur sonrası zeytin dalları...

blog sayfam seyahat dergisine döndü, farkındayım.
lakin, anlatmak ve o, fotoğraf karelerini paylaşmayı da çok istiyorum.
gez gez bitirdim de yaz yaz bitiremiyorum.
biraz mola vereyim.
daha sınır geçip batum a kadar gideceğiz.
Datça da hayat bildik işlerle devam ediyor,
kitap, kahve , yüzme arkadaşlarla gezme....
ama dün bir yağmur yağdı ki, 
bulut tepemde, yok arkamda diye,
instagram da anında naklen paylaştım.
ama aşağıdaki kareler var ki, bloga sakladım.


bahçedeki, zeytin ağacı,
her bir zeytinin ucunda bir yağmur damlası,


olağanüstü bir görüntüydü.
fotoğraf makinesi, el verdiğince objektife yansıtabildiklerim.


hele o toprağın kokusu,


işte böyle
görebildiğim tüm güzellikler,
paylaştıkça daha da güzel.

Pazartesi, Eylül 28, 2015

fındık...

bu bölüm
Giresun özel...
sevgili blogger arkadaşım
Nilgun Erzik Özkaracalar
bugün günlerden
blogun sahibesine armağanım olsun.
tatlı kızı Şimal'in en kısa zaman da fındığa dokunması dileğiyle,


Giresun da kaldığımız dönem tam fındık toplanma zamanıydı.
bahçelerde, evlerde telaş çok fazlaydı.
mevsimlik işciler gelmiş, bütün hayat fındığa göre ayarlanıyordu.
bir buçuk metre yada biraz daha fazla.
 bir fındık ağacının yüksekliği.


biz gittiğimizde, fındıkların
 rengi yeni değişiyordu. 
on güne varmaz toplanır dediler.


yeşil kısım kuruduğunda fındık içeriden çıkarılıp,
kuruması için yayılıyor. 
bahçeler fındık harmanı oluyor.


dalından kopmadan önce fındık.


fındık bahçeleri,  ınanılmaz derecede, dik yokuşlarda,
toplaması gerçekten çok zahmetli.
fındık bahçesinden içeri başınızı uzatıp baktığınız da,
görünen böylesi yeşil bir kuytu.


sık sık yağan yağmur, sis ve neme rağmen,
harman yerinde fındıkları kurutmak için mücadele veriliyor.
güneşe serilen harman, bir yağmur damlası ile hızlıca toplanıyor.


işte bu da benim harmanım oldu, ayıklayıp, kuruttum.

Pazartesi, Eylül 21, 2015

Giresun - Tirebolu...

 yeşil.  yemyeşil 
Giresun
fındık diyarı


dağ, taş, bağ, bahçe, yeşile kesmiş.
temmuz sonu olmasına rağmen, heryer çiçeklerle dolu.
özellikle de, mavi ortancalar diyarı.


gök mavi, dağ yeşil, 
deniz ise güneşli günler de mavi,
az bulutlansa gri, eğer hava kapadıysa kara.


Giresun içinde gezilecek yerler,
Giresun kalesi, Millet bahçesi, eski evler.
millet bahçesi güzel bir, çay bahçesi, ağaçların gölgesinde 
serin, manzaraya hakim,
civarında yürüme mesafesinde görülecek cami ve eski Giresun evleri var.
çayı da güzeldi.

Tirebolu da çocukluk arkadaşımın baba evinde kaldık.
fındık bahçesi içinde, eski bir kulübede.


her akşam, semaverde odun ateşinde çay demledik.
bahçe içinde, küçük bir gözden gelen buz gibi su ile demlenen 
çayın tadını asla unutamam.


gündüzleri, ansızın dağların tepelerine gelen sisi seyrettik.,
fındık bahçelerinde dolaşıp, mutlu inekleri sevdik.


Karadeniz in,  en sevilen meyvesi taflanı ağacından topladık.


gezdiğimiz her yerde odun ateşinde demlenmiş çaydan içtik.
susamsız Giresun simidinin tadına baktık.
gerçek pide lezzetinin, tereyağ olduğunu fark ettik.


Tirebolu kalesinin dibinde yeni tutulmuş,
taptaze balık yedik.


her akşam değişen renkler de batan 
güneşi seyrettik.


günlük yorgunluklarımızı,
batan güne verdik.


fındık diyarı 
yeşil 
Giresun.

Cumartesi, Eylül 19, 2015

Sinop...

Sinop, sakin huzurlu bir şehir,
yaşanılası bir yer, ikinci bir yaşam yeri arasam Sinop'u seçerim.
aşağıdaki fotoğraflar Hamsilos koyundan.
denizin bir nehir gibi karanın içine girdiği yani,
mavi ve yeşilin koyun koyuna olduğu yer. 
her hangi bir söz yazmama gerek yok.


 Cezaevi aslında hiç gezilesi bir yer değil,
keşke hiç olmamış olsa.
hepimizin çok iyi bildiği, Aldırma Gönül şarkısına beste olan şiir.
burası için yazılmış.
çok da fazla kalmadım, sadece baktım ve  buruklukla çıktım.


Sinop'un güzelliği, içimin burukluğunu uçuruverdi.
sahil de yürümek,el emeği ile yapılan taka maketleri dükkanını gezip,
küçük şirin takaları görmek, birde cevizli mantı yemek.
çok iyi geldi.
kampa döndüğümüz de şu tatlı ve kahraman tosbağa ile karşılaştık.
bizim gideceğimiz yoldan, o geri dönüyordu.
efendim, kendisi Artvin'e  kadar gidip, 
2600 m yüksekliğe çıkmış bir kahramandır.


Türkiye'nin en kuzey ucuna gelmek, çok tuhaf bir his,
denize doğru dönüp, arkamda duran coğrafyayı düşününce. 
mutlaka görülmesi gereken bir yer.
fenere çıkan, orman içinden gidilen 13 km lik harika bir yol,
fener ve etrafı tertemiz.
fener bekçisinin ve eşinin çalıştırdığı sade, temiz,
bir mekan var.  her şey o kadar basit ve güzeldi ki,
çay lezzetli, gözleme mis gibiydi.


Sinop'a gidip, nükleere karşı direnen Gerze'yi görmemek olur mu?
Nasıl şirin nasıl, yerleşebileceğimi düşündüğüm  yer aslında burası oldu.
sahilde çay bahçesinde oturup, Nuri dede simidi yiyip, çay içtik.


''yeşimin el ürünleri''
instagramda bulabilirsiniz kendisini.
Gerze'de  hünerli ellerde,
ağaç bambaşka bir yolculuğa çıkmış ,
tek tek dokundum, dut ağacından, kara ağaca her türlüsü var.
kendime ve gelinime takılar seçtim.
çok değişik bir doku ağacın bu harika dönüşümü.


Dalından ellerimizle topladığımız, 
çeşit, çeşit meyve ve sebzede, 
Gerze'nin renkleri olsun.


gezip gördüğümüzü anlattık,
lakin yediğimiz, içtiğimiz de sizin olsun.
 devam edecek...

Çarşamba, Eylül 16, 2015

Amasra'dan - Sinop'a...


bir yol gider,
Amasra'dan Sinop'a 
yeşil mi yeşil, mavi mi mavi,


haritada görünen 290 km virajlı bir yol,
viraj  ama ne viraj...


bir saatte, 20-25 km yol  gidebiliyorsunuz.
aniden tırmanmaya başlayıp, aniden de iniyorsun.
aşağıdaki karede olduğu gibi,
 tepeden seyrine doyum olmayan manzaralar eşliğinde.
tepeden görünen Cide.


Kurucaşile, Cide, İnebolu, Ayancık'a kadar,
sert virajlar ve bozuk yol ile mücadele ederek,
290 km lik yolu 9 saatte bitirdik.


yeşil ve mavi o kadar uyum içinde ki,
görmesi yaşama sevinci veren olağanüstü manzaralar.
masmavi denize inen, yemyeşil bir dere gibi.


neredeyse her virajda manzara değişiyor.


oldukça zor bir yol,
ama bu manzara için değer.


çok sarsıldık, çok yorulduk, dönme dolaba binen çocuklar gibi,
arada çığlık atıp,
durdurun inecek var dediğimiz oldu.
lakin azmettik, devam ettik.
sadece, denize  kavuşan şu yemyeşil dereyi görmeye bile değdi.


Sİnop da kamp alanında, tanıştığım bir Alman yolu kısaca özetledi.
''her insan o yol yapar, ama bir kez''
bir uçtan, bir uca Karadeniz devam ediyor...

Safranbolu...


Bartın yolunu ikinci  kez geçme isteği mi,
yoksa Safranbolu nun dünya mirası evleri mi,
aslında her iki sebepten düştük yollara.


19. yüzyıl daki yaşamın izlerine tanıklık ederek,
duvarlara, odalara dokunarak, usul usul şehri gezdik.


sıcak havanın tüm zorlukları bizi yıldırmadı.
yokuşlar tırmandık, merdivenler çıktık.
sokaktan sokağa yürüdük.


tatlısı bol bir şehir, lokumlar, helvalar, ezmeler
 neredeyse her köşe başında,
birileri tarafından ağzınıza tatlılar, tıkılı veriyor.


ağzımız tatlı, gözümüz şen.
o çarşı senin, bu çarşı benim dolaştık.
neler gördük neler,
çarşı içlerinde, minderlere kıvrılıp yatan kediler.
el dokuması kumaşlar, bakırlar, gümüşler,
çarşı kuytularında dinlenip, illa da bakarak, dokunarak gezdik,
gezdik, gezdik.


müze konaklar da, soluklandık.
köşe sedirlerde,oturup zamana sızdık. 
 limonatalar, gazozlar içtik.


havuzlu konağın içindeki, aslan ağzı musluktan sürekli akan,
 suyun huzur dolu sesi hem bedenimizi, hem ruhumuzu dinlendirdi.


evlerdeki havuzların güzellik katması dışında,
evi serinletip, ev içindeki seslerin,
dışarıya gitmesini de, önlediğini öğrenmiş olduk.


Amasra da konakladığımız dört gün içinde,
Safranbolu ya gidip gezdik.
22 temmuz sabahı Amasra'dan - Sinop a kıyı kıyı gitmek üzere,
kamptan ayrılıp yola çıktık.

Salı, Eylül 15, 2015

amasra...


yemyeşil bir yoldan indik.
Bartın yolundan, ağaçtan tünellerin içinden geçerek gittik.
hatta bu yola doyamadık, Safranbolu'ya gitmek için bir kez daha geçtik.
lakin yine doyamadık, hayaller kurduk, bahar da, sonbahar da hele hele kış da,
kimbilir nasıl olur diye.
 yol yeşil, yan tarafta yolla birilikte, kıvrıla kıvrıla giden çay.


Amasra gözüktü.
Karadeniz'in, başından başladık yolculuğa.
mavi ve yeşil yan yana.



bir güzel, bir şirin şehir,
lakin bu kadar mı hor davranılır.
tarihi köprünün üzerinden kocaman plastik boru geçirilmiş.
Cenevizlilerden kalan ne varsa ara ki bulasın,
içim acıdı, bu kadar  değerli bir mirasın farkına varıp,
kıymet bilinemiyor olunmasına öfkelendimde.
bol bol, taze taze balık yedik.
uzun zamandır midye dolma yememiştim.


çok temiz ve çok çeşit bulunan bir kapalı,
köy pazarı vardı.
herşey tertemiz ve düzenliydi. reçeller ilk gözüme çarpan oldu.
ev yapımı peynirler, tarhanalar, erişteler,
bahçeden yeni toplanmış meyve, sebze...


içinde çeşit, çeşit ahşap ürünün satıldığı,
çekiciler çarşısını da gezdik.


kamp alanını daha önceden ''kamping türkiye''den bulmuştum.
Amasra dan 17 km kadar uzaklıkta, Cide yolu üzerinde.
Çakraz - Akkonak köyünde.


iki dağın arasında küçük, pırıl pırıl bir koyda,
tertemiz, güler yüzle karşılandığımız bir kamping de 4 gün konakladık.
bu gezi de, en çok memnun kaldığımız yer oldu. 


heryere düzenli yerleştirilmiş masalar, odun ateşi semaverleri,
her sabah taze balıkları ile gelen balıkçı,
kamp da kurulan arkadaşlıklar...


elbette, internet de ki kaynaklardan, Amasra hakkında,
 benim yazdıklarımdan çok fazla bilgiye ulaşabilirsiniz.
lakin, benim gözlerime görünenler, 
çektiğim fotoğraflara yansıyanlardır.


ve denize gömülen güneşle, batan günlerin seyrine,
başladığımız ilk yerdi.
Amasra da, akkonak köyündeki bu kamp.


her akşam güneş, denizin serin mavi sularına dalarak gitti.